Karikatür: Serkan Altuniğne
Türkiye’nin hiç değişmeyen bir »içerdeki tehdit« listesi var:
Listenin başında her daim Kürtler yer alır; onlar yüz yıldır »bölücülük«le suçlanır, dışlanır, yargılanır, hapsedilir, öldürülür.
Aleviler, uzak, yakın tarihteki birçok kıyımın kurbanıdır; devlet gözünde güvenilip kamu hizmetinde görev verilmemesi gereken gruptadırlar.
Sosyalistler de her dönemin »kırmızı liste«sindedir. Onlar da »bir sınıfın (işçi sınıfının) diğer sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek« istedikleri için »zararlıdır«, gözetim ve baskı altında tutulmalıdır.
Giderek sayıları azalan azınlıklarla birlikte »kadrolu hain« sayılan bu üçlüden sonraki »tehditler«, döneme, iktidara, güçler dengesine göre değişir: Örneğin şeriatçılar bir dönem »rejim düşmanı« kabul ediliyordu, şimdi iktidara ortak oldular. Bir dönem iktidara ortak olan »cemaatçiler« ise yaklaşık 10 yıldır »rejim düşmanı« sayılıyor.
AKP iktidarıyla birlikte bu kabarık listeye şimdi LGBTQI+’lar eklendi. Onların suçu, »kutsal aile kurumunu yıkmaya çalışmak«… Bu, devleti yıkmaya kalkışmaya eş bir suçlama. O yüzden son dönem Türkiye’de gökkuşağı bayrağı açmak bile lanetlenmeye yetiyor.
»Listeye eklendiler« demem, »bugüne kadar mutlu-mesut yaşıyorlardı« diye anlaşılmasın. Her zaman »lanetli« kategorideydiler. Osmanlı döneminin Divan şiiri eşcinsel aşkın dizeleriyle doluysa da, hayat heteroseksüel olmayanlar için hiçbir zaman kolay değildi. Arşivimdeki 1950’lerden bir gazete haberi şu manşeti taşıyor: »Homoseksüeller normal insan kabul edilmek istiyorlar.« Yine de epey yol gelmiş sayılırız değil mi?
Değil. Çünkü hala tehdit olarak görülüyor ve varolma hakları için mücadele veriyorlar.
Onyıllar boyunca Türkiye’nin en sevilen sanatçıları tahtında, (o zamanki deyimle) »kadın kılığında sahneye çıkanlar« oturdu. En çok onlar sevildi, dinlendi, izlendi. Tek kanallı dönemin yılbaşı gecesinin assolisti hep onlardı: Zeki Müren, Bülent Ersoy, Seyfi Dursunoğlu…
Ne mini eteğiyle Zeki Müren, ne makyajlı yüzüyle Bülent Ersoy, ne kantocu kıyafeti içinde »Huysuz Virjin« rahatsız etti seyirciyi; hatta tersine, onları, »straight« sanatçılara tercih ettiler. Fakat onlar, parlak sahne ışıkları altında gösterişli kostümleriyle alkışlanırken eşcinseller İstanbul’un arka sokaklarında aşağılanıyor, kovalanıyor, dışlanıyordu ve hatta öldürülüyordu.
Bu ikiyüzlülük, onyıllarca sürdü.
Bülent Ersoy örneği, bu ikiyüzlülüğün ibretlik bir örneğidir:
1980’de Ersoy, sahnede seyircinin tezahüratı üzerine göğüslerini açtığı için yasal soruşturmaya uğradı. Sonra hâkime hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanıp hapsedildi. Ama bu baskılar, onu daha da kararlı hale getirdi. Bedenini cinsiyetine uydurmaya karar verdi ve 1981’de Londra’da ameliyatla kadın oldu. Ancak Türkiye’de darbe olmuş, askeri yönetim, diğer özgürlükler gibi, cinsel özgürlüğü de askıya almıştı. Artık trans sanatçılara sahne yasaktı. Ersoy, zor zamanlar yaşadı; yurtdışı konserleriyle ayakta kaldı. 1983’te Danıştay, Ersoy’un »hukuken« erkek olduğuna ve gazinolarda ancak erkek kıyafeti ile sahne alabileceğine hükmetti. Bu sahne yasağı, 1988’de, muhafazakâr Başbakan Turgut Özal’ın girişimiyle çıkarılan ve cinsiyet uyumuna izin veren yasayla kaldırılabildi. Ersoy yeniden sahnelere döndü, albümleri milyonlar sattı.
Aynı muhafazakâr gelenekten gelen Erdoğan da iktidara geldiğinde Batı’ya sempatik görünme hevesiyle LGBTQI+ haklarına sahip çıkmış ve bir soru üzerine, »eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart« demişti.
20 yıl içinde, Putin gibi, Bolsonaro gibi, Lukaşenko gibi homofobik bir siyasetçiye dönüştü.
Son seçim kampanyasında bu konuyu dilinden düşürmedi: »Bu milletin aile kurumu sağlamdır. Bu milletten LGBT'ci çıkmaz« dedi. seçimi kazandıktan hemen sonraki zafer konuşmasında da rakibi parti liderlerini, »Bunlar LGBTci« diye »suçladı«.
Ancak Erdoğan’ın homofobisi onun »şahin« İçişleri Bakanı’nınki yanında hafif kaldı. Bakan Süleyman Soylu’ya göre ABD, »dünyanın her yerinde, erkeklerle erkekler, kadınlar da kadınlarla evlensin istiyor«du. Hatta LGBTQI+ savunusunun içinde »hayvanla insanın evlenmesi de var«dı. Gülünç görünen bu söylemler, büyük bir medya kampanyasıyla beyin yıkamaya dönüştü ve »Aile elden gidiyor« korkusunu besledi.
Bu iddiayla, 2015’ten itibaren »Onur Yürüyüşleri« yasaklandı, nefret söylemi yaygınlaştı. O kadar ki, geçen sene İstanbul’da, »Büyük Aile Buluşması« adıyla »ülkemizi bir virüs gibi saran LGBT propagandasına karşı« bir miting yapıldı. Mitingde konuşan popüler bir şarkıcı, »Niye LGBTİ’nin sonuna ›artı‹ ekliyorlar biliyor musunuz? Çünkü bunun devamı da gelecek« dedi.
Bugünlerde yeni hedef, »sapkın ideolojinin bayrak taşıyıcısı« olarak görülen Netflix…
Erdoğan, iki yıl önce, Twitter, Youtube, Netflix gibi »ahlak sahibi olmayan« sosyal mecralara karşı olduğunu söylemiş ve »Bunların düzene sokulması şart. Biz, bu mecraların kaldırılmasını istiyoruz« demişti. Netflix’i kaldıramadı. Onun yerine kendi »alternatif Netflix«ini kurmaya karar verdi. Geçen ay devletin medya kanalı TRT bünyesinde kurulan, yerli dijital platformu Tabii, »Dünyadaki aile odaklı içerik ihtiyacını karşılayacak mecra« diye tanıtıldı. Youtube kanalında, ağırlıkla tarihi yapımlar, »namuslu« aile dizileri, çocuk programları var.
Ülkenin seçkin üniversitelerinden ODTÜ’de öğrencilerin gökkuşağı rengine boyadığı merdivenler, yine geçen ay rektörlük tarafından yeniden boyanıp devletin gri rengine sokuldu.
Ve nihayet yasağa rağmen İstanbul’da Onur Yürüyüşü için biraraya gelenleri engellemek için yollar, meydanlar kapatıldı. Direnen 100’ü aşkın kişi gözaltına alındı.
İstanbul Valisi yaptığı açıklamada, »Aile kurumunu zayıflatacak hiç bir etkinliğe müsaade etmeyeceğiz. Eleştirmek için bile olsa bunların eylemlerini paylaşmayınız« dedi.
Gelelim son habere:
Meydanları, sokakları, sahneleri, ekranları queer hareketine yasaklayan iktidar, şimdi de kıskacı büyütüp bu yasakları kurumsallaştıracak yasal düzenlemelere hazırlanıyor.
Hazırlanan bir anayasa değişikliği ile »Evlilik birliğinin, ancak kadınla erkeğin evlenmesiyle kurulabileceği« hükme bağlanacak, böylece eşcinsel evliliklere anayasal engel getirilecek. Bu arada Dernekler Yasası da değiştirilip LGBTQI+ derneklerinin kapatılmasına imkân sağlanacak.
2002’de eşcinsel haklarından sözeden Erdoğan, iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra Batı’ya şirin görünmesini sağlayan makyajını sildi ve 1980’deki cuntacı generallerin savaş boyalarını süründü.
Bülent Ersoy mu? O artık Erdoğan’ın saray sofrasının baş konuğu… Diyorum ya, ikiyüzlülükte kimsenin sınırı yok.
Neyse, geçen ay, Gorki Tiyatrosu’nun düzenlediği »Gezi Festivali« bünyesinde Türkiyeli Queer’ler, bütün bu yasaklardan uzakta, hem Gezi’yi andılar, hem Türkiye’de baskı altındaki LGBTQI+’ların haklarını, özgürlüklerini savundular.
Rejimin diğer »geleneksel düşman«ları sayılan Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, Ermenilerin, Rumların, Musevilerin, Ezidilerin bir kısmı gibi, şimdi eşcinseller de sürgünde soluk almaya, kimliğini yaşatmaya çalışıyor.